İyon denizi adaları

 

Ağustos 2013’de eşim, ben  ve arkadaşlarımız Mehtap ve Bülent Kristal’le,  Adriyatik ve Akdeniz arasındaki İyon Denizi adalarına gitmeye karar verdik. Bu adalardan Kefalonya ve Zakintos’da kaldık.

İstanbul’dan kendi arabamızla yolculuğa başladık. İpsala sınır kapısını geçip Yunanistan’a giriş yaptık. Dedeağaç (Alexandropolis) ve  Kavala’da  mola verdikten sonra Selanik’e doğru yola koyulduk. Bu gezimizde hiçbir otel rezervasyonu yapmadık, beğendiğimiz yerlerde kalırız diye düşündük. Bu düşünce bazen çok iyi oldu bazen de o kadar iyi olmadı. Bir iki kez adalarda gece onlarda otel bulup onikide yemeğe oturduğumuz oldu. Neyseki Yunanlılar çok geç yemeğe başlıyorlar, bu yüzden her zaman açık restoranlar bulabiliyorsunuz. Akşamüzeri Selanik’e vardık. Önce şehir merkezinde otel bulup, valizleri bırakıp sonra da şehri turlamaya başladık. Selanik gerçekten güzel bir şehir, bizim İzmirimize çok benzetiyorum. Çok sevdiğim Aristo meydanında biraz oturup bir restoranda yemeğimizi yedikten sonra otelimize döndük.

Sabah çok erken saatte otelden ayrılıp Atina’ya doğru yola koyulduk. İyon adalarına gitmek için Atina’ya uçakla gelip buradan araba kiralamak daha  mantıklı tabiki ama biz biraz nostalji yapmak için İstanbul’dan arabamızla yola çıktık. Patras yoluna ayrılıp Rio Antirio köprüsünü geçtik. Rio Antirio,  2252 metre uzunluğunda Mora Yarımadası’nı( Peloponnese) Yunanistan anakarasına bağlayan çok modern yeni  bir köprü. Kyllini’ye geldik ve feribota binip Kefalonya adasına  geçtik. Yunanistan’da feribotlar biraz pahalı ama inanılmaz konforlu, temiz ve şık. Otobanlar da oldukça pahalı, azar azar veriyorsunuz gibi geliyor ama topladığınızda epey bir para tutuyor.

Kefalonya  mimarisiyle kesinlikle bir İtalyan adasını çağrıştırıyor, zaten sadece zengin İtalyan turist var. İnanılmaz güzel, Yunanistan’ın Türkiye’ye yakın adalarıyla hiçbir benzerliği yok bu adanın. İlk gün adanın merkez kasabası  Argostoli’de  otelimizi kolayca bulup yerleştikten sonra adayı keşfe koyulduk.  Akşam güzel bir yemek yedik. Ertesi gün erkenden, güzel bir kahvaltıdan sonra oldukça virajlı, bazı yerlerde iki tarafı da  uçurum olan tepelerden indikten sonra dünyanın en güzel plajlarından biri olan Myrtos’a vardık. İnanılmaz bir renkteki denizi  ve bembeyaz küçük çakıl taşlarıyla gerçekten çok güzel ve çok doğal rüya gibi bir plaj. Plajda küçük bir kafeterya var. Birkaç saat denize girdikten sonra bence adanın en güzel kasabası olan Assos’a doğru yola çıktık.  Virajlı yollardan sonra Assos yarımadasına vardık.

Assos Kefalonya’nın batı kıyısında yer alan inanılmaz güzellikte küçük, çok şirin bir kasaba. Kefalonya adasının bence en romantik en güzel yerleşim yeri.  Tepeden görüntüsü ayrı güzel, aşağı indiğinizdeki görüntü daha da başka bir güzel. Çiçekler içinde çok sevimli çok doğal. Benim gibi doğallık sevenler için çok ideal. Plajı küçük çakıllı  ve deniz muhteşem. Burada oldukça fazla vakit geçirdik, öğle yemeğimizi de Assos’da yedik. Bence Yunanistan deniz ürünlerinde bir numara. Tüm gezi boyunca öğlen yemeklerimiz Yunan salatası, ızgara yada kızartma kalamar ve olmazsa olmaz patates kızartması ve tabiki biradan oluşuyordu. Nefis bir yemeğin ardından zaten çok küçük bir yerleşim olan Assos’un sokaklarını gezip bol bol fotoğraf çektikten sonra gönlümüzü burada bırakıp yolumuza devam ettik. Fiscardo’ya geldik. Fiscardo süper lüks teknelerin demirlediği bir yer. Buradaki İtalyan tarzı  evlerin ve otellerin güzelliğine inanamadık. Bu otellerde kalmak istedik ama İtalyanlar tarafından yıllık tutulduğu için böyle bir şansımız olmadığını anladık. Begonvillerin bu kadar ihtişamlı olduğu başka bir yer görmedim. Pembe, beyaz, turuncu, fuşya,  her renk begonvil, seyre doyulmuyor. Benim tercihim uçuk pembeler oldu Mehtap fuşyalara bayıldı. Akşam yine otelimize dönüp otele yakın bir restoranda gezinin en şahane yemeğini yedik. Spagetti makarnanın içinde istakoz ve tabii Yunan rakısı uzo. Gerçekten olağanüstüydü. Bülent ısrar etmese bu lezzeti tadamayacaktık. Sabah ilk olarak Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini filminin çekildiği Sami kasabasına vardık. Küçük, sevimli bir kasaba. Ama esas güzelliği filmin bir bölümünün de geçtiği Antisamos Plajı. Plajın tepeden görüntüsü olağanüstü güzel, aşağı indiğinizde adanın diğer plajlarından farklı olduğunu görüyorsunuz, yüksek sesli müzik, çok şık şezlonglar, nefis bir restoran, tabi biraz doğallık yokolmuş. Ama yine de çok güzel birkaç saat geçirdik, denize girip, öğle yemeğimizi yedik. Buradan ayrılıp Melissani mağarasına doğru yola çıktık. Perilerin mağarası da deniliyor. Görülmesi gereken yerlerden. 1950’lerdeki deprem sonrasında tavanın bir kısmı çökmüş, bu yüzden içeri giren ışık tüm fotoğrafçıların gözde çekim yeri. Suyun rengini hiçbir şekilde anlatamam, görmek gerek. Bir kayığa binip mağaranın içerilerini geziyorsunuz çok turistik ama çok ilginç bir doğa harikası.

Ertesi gün yine Kefalonya,Poros’a gidip Zakintos'a geçmek için feribota bindik ve Zakintos’a vardık. Burada da yine ada turumuzu yaptık. Çok güzel doğal plajlarda denize girdik, harika  deniz ürünleri yedik, ama bu adada en etkilendiğimiz Shipwreck koyu oldu

Shipwreck koyu Zakintos’da  İyon Denizi adalarının kuzey doğusunda yeralan Smugglers cove yada  Navagio plajı da denilen  sadece tekneyle ulaşılabilen  eşsiz güzellikteki denizi ve bembeyaz kumsalıyla olağanüstü güzel  bir plaj.  Shipwreck  (gemi enkazı) koyu adını  1980 yılında kaçak sigara taşıyan bir teknenin kayalıklara çarpıp batmasından alıyor. Tekne kumsalın üstünde paslanmış olarak bırakılmış . Denizden sahile yaklaşırken görüntü muhteşem. Karaya oturmuş kaçakçı teknesi plajda çok ilginç duruyor . Paslı tekneye turistler çıkıyor ve fotoğraf çektiriyor. Tayfun ve Bülent’de tabiî ki çıkıp poz verdiler ancak dikkatli olmak gerekiyor paslı tekne Tayfun’un bacağını çizdiği için kaptanımızı bulup tentirdiyot aramak zorunda kaldık. Plaj son derece doğal, ne bir şezlong ne bir şemsiye  ne de  bir büfe var, her şeyi yanınızda götürmeniz gerekiyor. Biz  sabah ilk teknelerden birine bindik, vardığımızda sakindi,  öğlene doğru turist tekneleri akınına uğradı ve çok kalabalık oldu. Biz yarım gün kaldık  daha fazla kalmaya da  gerek yok bence. Çok ilginç bir plaj ama kalabalık  başladığı anda terk etmek en iyisi.  Tekne dönerken iki koyda deniz molası verdi ve biz dördümüz daha önce hiçbir şekilde böylesi güzel denize girmediğimize karar verdik. Rüya gibiydi, çıkmak istemedik. İki gece de Zakintos’da kaldıktan sonra tekrar Kyllini’ye feribotla  geçip anakarada Halkida’ya doğru yola koyulduk. Halkida’da Evripou denilen gelgit akıntısı çok ilginç. Daha önce gelgit olayına tanık olmadığım için bana çok değişik geldi. Her altı, yedi saatte suyun yönü değişiyor. Köprüye gidip bu doğa olayını seyretmek harikaydı. Gece Halkida’da kaldıktan sonra, daha önce methini duyduğumuz Halkidiki’ye geldik.

Halkidiki, Ege Denizi’nin kuzeyinde üç parmaklı el gibi bir yarımada. Yunanlıların sayfiye yeri. Otel, pansiyon, restoran dolu, çok zor otel bulduk. Gece yarısı ancak yemeğe oturabildik. Belki bu yarımadada gerçek gezilecek yerleri bulamadık, çok da incelememiştik, bu yüzden çok beğendik diyemeyeceğim. Bir gece kaldıktan sonra İstanbul’a dönüş yolculuğuna başladık gönlümüzü bu begonvilli adalarda bırakarak...