Gökçeada
Gökçeada bizim çok sevdiğimiz bir ada. İlk kez 2005 yılının Ağustos ayında arkadaşlarımız Mehtap, Bülent ve de küçük çocuklarımızla gittik. İstanbul’dan Çanakkale’ye gelip, Kabatepe Limanı’ndan feribota binip 1.5 saatlik bir deniz yolculuğundan sonra Kuzu Limanı’na geçtik. Kardeşimin tavsiyesiyle Kaleköy’e gidip Yakamoz Motel’de kaldık. Motel odalarının mükemmel olduğunu söyleyemeyeceğim ama manzara ve motelin restoranı her şeye değer. Ömrümde güneşin bu kadar güzel battığı başka bir yer görmedim. Restoranın konumu olağanüstü güzel, tepeden manzara muhteşem, seyre doyulmuyor. Deniz ürünleri ağırlıklı küçük bir aile işletmesi. Aileyle sohbet sırasında 15 Ağustos tarihinin çok önemli bir gün olduğunu öğrendik. Tesadüf, o kadar güzel bir zamanda gitmişiz ki, bazen pek bir şey beklemeden gittiğiniz yerler hafızalarınızda öyle bir yer bırakıyor unutmanız mümkün olmuyor. Bu da öyle spontan gelişenlerden biriydi. 15 Ağustos Meryem Ana’nın göğe yükselişinin kutlandığı bir bayram. Adadan Yunanistan’a göç etmiş ve hala adada evleri olan Rum halkının gelip bayram kutlama zamanı imiş. Motel sahiplerinin önerisiyle sabah kutlamaların yapıldığı Tepeköy’e gittik. Kilise inanılmaz kalabalıktı. Et ve bulgur pilavı dağıtılıyordu, bizde yedik , ama esas eğlencenin gece yapıldığını öğrendik. Akşam erken saatlerde Tepeköy’de Barba Yorgo’nun restoranında yer bulduk. O zamanlar Barba Yorgo (adanın tek Rum meyhanesi) köyün merkezinde idi, şimdi köyün girişine taşınmış bence özelliğini de yitirmiş. Kendimizi biran için Yunanistan’da sandık. Meydanda uzun masalar kurulmuş, bangır bangır Yunan müziği çalıyor, sirtakiler yapılıyordu. İnanılmaz bir eğlencenin içine düşmüştük, neredeyse tek Türk bizdik, Rumlarla güzel sohbetler ettik, akşamüzeri oturduğumuz masadan sabah 4’de ancak kalkabildik, biz ayrıldığımızda Rumlar hala dans ediyorlardı. O kadar eğlendik ki ertesi sene yine aynı tarihte bu sefer 10 kişilik bir arkadaş grubuyla tekrar geldik. Ancak bu kez meydanda hiç yer bulamadık. En son 2012 yılında kardeşim Cengiz, gelinimiz Ayşe, anneler ve çocuklarla yine Gökçeada turu yaptık, ve hepsinde de bu adadan denize doymuş ve mutlu olarak ayrıldık.
Gökçeada gerçekten eşsiz doğal güzelliklere sahip Türkiye’nin en büyük adası. 91 km.lik bir kıyı şeridi var. Ancak nedenini bir türlü anlamıyorum bizim ülkemizde hiçbir ada hakettiği değeri bulamıyor. Yunanlıların küçücük adaları bile inanılmaz gelişmiş cıvıl cıvıl. Bu açıdan Türkiye’de, Bozcaada tüm adaların içinde bence en iyisi. Gökçeada’yı Bozcaada ile kıyaslamak mümkün değil. Üç tarafı deniz olan ülkemizde adalara verilen değer neredeyse sıfır. Düzgün otel, düzgün restoran sayısı çok az. Rumların yaşadığı zamanda eminim ada daha canlıydı, onların mübadeleden sonra göç ettiklerinden beri bir terkedilmişlik havası hakim. Bu hisse en çok Dereköy’de kapılıyorsunuz. Tamamı taş evlerden oluşan bu güzel köyde Rumlar gittikten sonra neredeyse kimse kalmamış. Ama köyde Rumlardan kalma tarihi bir çamaşırhane var ki inanılmaz güzel, suyu bile hala akıyor. İçeri giren ışık büyüleyici. Muhakkak ama muhakkak görülmesi gereken bir yer.
Adanın bir diğer önemli köyü Zeytinliköy. Adından da anlaşılacağı gibi zeytin ağaçlarıyla çevrili, çok sevimli küçük bir köy. Burası dibek kahvesi ve sakız muhallebisiyle meşhur. Madam’ın Yeri, ve eski manken Nefise Karatay’ın babasının (Orhan Karatay) kahvehanesi gerçekten çok şirin. Sakız muhallebisi ve dibek kahvesi birlikte çok iyi gidiyor. Kesinlikle tavsiye ederim.
Eski Bademli Köyü badem ağaçlarıyla çevrelenmiş bir diğer köy. En güzel manzaraya sahip. Karşısında Semadirek adası manzarayı daha da güzelleştiriyor. Köyde tek bir kahvehane var . Adanın meşhur Efibadem kurabiyesini tatmak istiyorsanız Bademli köyüne değil,, Gökçeada merkezde Meydani pastanesine gitmelisiniz, çok lezzetli.
Kaleköy, adanın en hareketli köyü. Sahilde pansiyon, motel, restoran, çay bahçesi dolu. Biz yemeğimizi genellikle kaldığımız motelde, Yakamoz restoranda yedik. Günbatımı için inanılmaz bir yer, yemeklerden de hoşnut kaldık. Yemek sonrası Kaleköy’ün sahiline gidip yürüyüş yapıyorduk. Burada çok güzel bir bar var, canlı müzik yapılıyor ve çok eğlenceli.
Gökçeada’da köyler çok gelişmemiş de olsa çok doğal ve şirin. Ama biz bu adada denize girmeyi çok seviyoruz. Gerçekten çok temiz, bazıları küçük çakıllı, bazıları kum, inanılmaz güzel plajlar var. Bunlardan en sevdiğim Laz Koyu. Ne bir şezlong, ne de gürültü. Son gidişimizde plajda şemsiyeler konmuştu ve ihtiyacı karşılayıcı salaş bir restoran açılmıştı denize nazır. Deniz inanılmaz güzel, girmeye doyamıyorsunuz. Gökçeada’da araba şart, çünkü mesafeler çok uzun. Arabasız bu plajlara ulaşma olanağı yok.
Bir diğer önemli plaj Gizli Liman. Burası koy değil, normalde ben açık denize girmeyi çok sevmiyorum, koyları tercih ediyorum ama Gizli Liman girer girmez derinleşen tertemiz deniziyle bu adadaki diğer sevdiğim plaj. Yine burada da şezlong, şemsiye yok her şeyi kendiniz taşımanız gerekiyor, ama bu deniz için değer bence.
Yıldız Koyu, Gökçeada Sualtı Milli Parkı’nın içinde yer alan dalış sevenler için çok ideal bir plaj. Deniz çok temiz, yalnız bolca kestane var ayağa batınca temizlemesi çok zahmetli. Koy müthiş, küçük bir kafe var şezlong şemsiye mevcut. Gökçeada zaten rüzgarı bol bir ada ama galiba en rüzgarlı yeri Yıldız Koyu. Ama bizim oğlanlar denizde pek eğlendi.
Aydıncık koyu özellikle sörf severler için çok ideal. Plajda her türlü olanak var, şezlong, şemsiye, restoran gibi. Benim kardeşim gibi rahatına düşkünler için en ideal plaj adadaki.
Adada 4 gölet ve bir baraj bulunuyor. Arabayla çevre gezisi yaparken baraj gölünün görüntüsü harika.
Adadaki tüm köyler 14-24 Ağustos tarihlerinde gitmezseniz çok sakin. Doğal tatil ve deniz sevenler için çok güzel bir destinasyon.Günbatımını izlemeye doyamıyorsanız Gökçeada'ya da gitmekten bıkmayacağınızı düşünüyorum bizim gibi...